ENBA’ [ÖNEMLİ HABERLER] : أنباء [enba’] , “önemli, mühim haberler” demektir. Nitekim Neml/22, Hucurât/6 ve Âl-i İmrân/44‘de detaylı olarak görülebileceği gibi, نبأ [nebe’] ve انباء [enba’] sözcükleri Kur’ân’da ancak ağırlığı ve önemi olan şeyler için kullanılmıştır. Yukarıdaki pasajda işaret edilen önemli haberler, Kur’ân’daki geçmiş toplumlara ait kıssalardır. Bu konuyla ilgili daha detaylı açıklama, sûrenin sonunda verilen “Hikmet” başlıklı ek yazının içeriğinde mevcuttur.
Bu açıklamalara göre 3–5. âyetlerin takdirini şu şekilde yapmak mümkündür: “Kendilerinden önce yaşamış ve ilâhî mesajı yalanlamış toplumların yok edilişlerinin ve yine Kur’ân’da tasvir edilen âhiret serüvenlerinin haberleri onlara geldi. Bütün bu haberler, yanlış yolda olanların tutumlarını değiştirmelerini sağlayacak nitelikte uyarıcılardı. Yine bu emirler, onları zulüm ve fesattan en üst düzeyde engelleyecek yasalar ve ilkelerdi. Ama buna rağmen uyarılar onlara fayda vermiyor.”
6–8.O hâlde onlardan geri dur [sırt çevir] . O günde Çağırıcı’nın, nüküre [bilinmedik, inkâr edilen, yadırganan bir şeye] çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler, “Bu, zor bir gündür” derler.
Bu pasajda Mekkeli müşriklerin hâlleri sergilenmekte ve Peygamberimize o zavallılardan yüz çevirmesi, onları kendi hâllerine bırakması telkin edilmektedir: “Artık onları kendi hâline bırak! Çünkü sen onlara en ikna edici delilleri getirdin ve kıyâmeti inkâr ettikleri, peygamberlerini yalanladıkları için cezalara çarptırılan kavimlerden ibret verici, caydırıcı tarihî örnekler verdin. Tüm bunlara rağmen onlar hâlâ ders almıyorlar. Onları kendi hâline bırak, artık onlarla sözlü münakaşada bulunma, onlarla kaynaşma, samimî olma ve onlardan geri dur!”
Hatırlanacak olursa, Rabbimiz Peygamberimize Kalem/44‘de, Onları Bana bırak!; Necm/29‘da da, Onlardan yüz çevir! Şeklinde telkinlerde bulunmuştu. Yukarıdaki âyette verilen emir ise öncekilerden daha kapsamlıdır. Zira burada kullanılan tevella sözcüğü, sallâ sözcüğünün karşıt anlamlısı olup “destek vermemek, yardımcı olmamak, sırt çevirmek” anlamına gelmektedir.
MÜNADİ [ÇAĞIRICI] : Kaf/41-42‘nin tahlilinde de değindiğimiz gibi, söz konusu çağırma, ister vasıtalı, ister vasıtasız olsun, Çağırıcı bizzat “Rabbimiz”dir.
نكر [NÜKR] : Âyetin orijinal metninde yer alan نكر [nükr] sözcüğünün;
Bugün yaygın olarak kullanıldığı gibi, “inkâr edilen, çirkin, kabul görmeyen” anlamı esas alınırsa, “Çağırıcı”nın onları münker olan [kabul etmedikleri, çirkin buldukları] şeye çağırdığı;
منكّر [münekker=yadırganan, ihtimal verilmeyen] anlamı esas alınırsa, çağırıcının onları cehenneme, yani onlara göre olmaması gerekene çağırdığı anlaşılır. Nitekim Araplar, “Bunun böyle olmaması gerekirdi”, “Bu, olmamalıydı”, “O kişi münkerden nehyeder” [olmaması gerekenden yasaklar] gibi ifadelerde hep aynı sözcüğü kullanırlar.
خشّاعا ابصارهم [HUŞŞÂ‘AN EBSÂRUHUM [GÖZLERİ DÜŞKÜN DÜŞKÜN] : Bu deyim, “gözleri huşu içinde” demektir. Gözlerdeki bu huşu, korkudan, pişmanlık ve utançtan ya da dehşetten kaynaklanmış olabilir. Yani çağırılanlar; olayın veya başlarına geleceklerin korkusuyla; olayın dehşetiyle; duydukları pişmanlık ve utançla gözleri huşu içinde kabirlerden çıkacaklar ve çağırıcıya doğru fırlayacaklardır. Bu kimseler âyette darmadağın çekirge sürüsüne benzetilmiştir. Bu benzetme, onların çok olmaları ve dalgalanmaları bakımından yapılmış olabileceği gibi, onların şaşkınlığını ve güçsüzlüğünü ifade etmek için de yapılmış olabilir.
(Sûrenin sonunda yer alan “Çekirgeler Gibi” başlıklı bilimsel yazı bu konuda çok ince bir özelliğe dikkat çekmektedir.)
O kâfirler, “Bu, zor bir gündür” derler.
Bu ifadeden, âhiretin, kâfirler ve müminler için farklı olacağı anlaşılmaktadır. Çünkü kıyametteki korku ve dehşet sadece kâfirler içindir:
İşte o gün, çok zorlu, çok çetin bir gündür. Küfre batmışlar için hiç de kolay değildir. (Müddessir/9-10)
Müminler o gün güvende olacaklardır:
Şüphesiz Bizden [katımızdan] kendileri için “en güzel” geçmiş olan şu kişiler, işte onlar, oradan [cehennemden] uzak tutulanlardır. Bunlar onun [cehennemin] uğultusunu bile duymazlar. Ve onlar canlarının çektiği şeyler içinde temelli kalıcıdırlar. (Enbiyâ/101–102)
Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır. (Neml/89)
Cennet de muttakîlere uzak olmayıp yaklaştırılmıştır. İşte bu, çokça yönelen ve çokça koruyan, Rahmân‘dan gaybda [tenhada] iken haşyet duyan ve dönen bir kalp ile gelen [gönülden bağlı olan] herkes için söz verilendir. –“Selâm ile oraya girin. İşte bu sonsuzluk günüdür.”– Orada onlara ne isterlerse vardır. Katımızda daha fazlası da vardır. (Kaf/31–35)
9.Onlardan önce Nûh’un kavmi de yalanlamıştı. Öyle ki, kulumuzu yalanladılar ve “O cinnlenmiştir/delirmiştir” dediler. Ve o alıkonulmuştu.
Görülüyor ki, kendi toplumu Nûh peygamberi sadece yalanlamakla kalmamış, ona “mecnûn” diyerek hakaret etmiş, elini kolunu bağlamış ve tebliğ görevini yerine getirmesine engel olmuştur. Hatta o’nu ölümle de tehdit etmiştir:
Dediler ki: “Ey Nûh! Eğer vazgeçmezsen, iyi bil ki, kesinlikle sen taşa tutulanlardan olacaksın!” (Şu‘arâ/116)
__________________
De ki: "Bir düşünün bakalım! Allah'ın azabı yakanıza yapışsa yahut o saat gelip çatsa, Allah'tan başkasına mı yakarırsınız? Doğru sözlü iseniz söyleyin!"
EN'ÂM suresi 40. ayet